08 Şubat, 2008

Bayraklari Bayrak yapan....



" Bayrakları bayrak
Yapan üstündeki kandır
Toprak eğer uğrunda
Ölen varsa vatandır"
Mithat Cemal KUNTAY


HAYIRLI CUMÂ LAR!


Doğu-Batı Divanı

Nasıl Mevlâna "Bir ayağım İslam'da sabit, diğer ayağımı pergel gibi kullanıp dünyayı dolaşırım." demişse, bütün büyük adamlar aynı telakkiye sahiptirler. Seçtikleri merkeze sağlam basarlar; sonra dünyayı dolaşarak kendilerine lazım olanı alıp özümserler ve ardından yepyeni, pırıl pırıl bir alemi insanlığa sunarlar. Dolayısıyla büyük adamın ciddi bir özelliği karşımıza çıkıyor; o da önyargısız olmasıdır. Önyargılı bir insanın dünyayı dolaşması, körün dolaşmasından farksızdır.


Goethe de güzelliğin ve gerçeğin sadece bir millete, bir kültüre has olmadığını, ortamını buldukları yerlerde göğereceklerini biliyordu. Ayrıca Doğu'nun, yüreğini fark eden insanların diyarı olduğunun şuurundaydı. Yaşı altmışı geçeli yıllar olmuştu; ama onun da yüreği yaş dinlemezdi; diğer yüreklerden farksızdı; çocuk gibi idi; sadece isterdi; âşık olduğu Marianne Von Willermer'e Batılıların duymadığı aşk nağmeleri fısıldamak istiyordu. İmdadına Hammer-Purgstall'ın Osmanlı dünyasındaki binikiyüz şairden yaptığı tercümelerden oluşan antoloji yetişti. Aynı mütercim Hafız'ın Divan'ını da Almancaya tercüme etti. Goethe şairdi; bilge idi; bir kültür adamı idi. Hafız'la karşılaşınca adeta çarpıldı. "Rabb'im, Hafız gibi bir kulunla nasıl yarışabilirim!" diyerek ona hayranlığını ifade etti. Hammer-Purgstall'ın çalışmaları Goethe'nin önüne yepyeni bir dünya serdi; bu yeni dünyanın baharı Avrupa'nın baharına benzemiyordu; ırmakları da bir başka türlü çağlıyordu. Büyük bir şevkle o iklime daldı. Zaten o aleme sempatisi de vardı; her ne kadar Hıristiyanlıkla yoğrulmuş Cermen kültürüyle yetişmiş ise de damarlarında bir nebze Türk kanı dolaştığını biliyordu. En yüce ideali, sevgilisine Hafız'ınkini andıran bir divan yazmaktı. İşte bu arzuyla kaleme aldığı Doğu-Batı Divanı'nda kendisi de "Hatem" ismiyle yer aldı.


Bizden renkler, figürler taşıyan bu divan bugüne kadar dilimize lirik, anlamını fazla kaybetmeden tercüme edilmedi. Bu gerçekten acı bir boşluktu; doldurulması da kolay değildi. Hem Doğu'nun, hem Batı'nın tefekkürünü, sanatını bilmek, estetik anlayışına hakim olmak gerekirdi. Geçtiğimiz çarşamba günü Türk Edebiyatı Vakfı'nda Sayın Senail Özkan, Doğu-Batı Divanı hakkında enfes bir konferans verdi. Onu dinlerken; "vakti olsa da onu dilimize kazandırsa" diye zihnimden geçirdim. Zira Senail Özkan'ı tanıyordum; uzun yıllar Almanya'da beraber bulunmuştuk. Bir düşünce adamı olmanın arzusunu ve şuurunu devamlı taşıyarak kendisini hazırlıyordu. Tahsil ettiği felsefe onun için ekmek kapısı değildi; o kapıdan hikmetlerle donanmak amacıyla girmişti.


Konferanstan sonraki sohbetimizde Doğu-Batı Divanı'nı dilimize çevirme çalışmasını sürdürdüğünü söylemesi benim için onulmaz bir bağış oldu. Aşağıya aldığım iki dörtlüğün şafağın ilk ışıkları olduğunu kabul edersek, yolda nasıl bir dolgun güneşin bulunduğunu hayal edebiliriz.


Goethe, Hafız'ın Divan'ında şöyle bir epizot okur; Hafız Şirazlı güzele iltifat olsun diye "Gönlümüzü alırsa, onun siyah benine Semerkant ve Buhara'yı bağışlarım" beytinden dolayı Timur onu çağırmış; "Semerkant ile Buhara'yı mamur etmek için binlerce yeri ve vilayeti viran ettim. Sen nasıl oluyor da onları bir güzelin beni için bağışlıyorsun?" demiş. Hafız, müsrifliğini kast ederek, "İşte bu türlü bağışlar yüzünden bu hale düştük." cevabını vermiş. Şairin nüktesi Timur'un hoşuna gitmiş, ona ihsanda bulunmuş. Bu epizottan ilham alan Goethe, ona nazire olarak şu mısraları yazmış; "Herhangi bir endişem olmuş olsaydı/ Belh, Buhara, Semerkant şehirlerini/ Canım sevgilim, hiç bahşeder miydim sana/ Bu şehirler gürültü ve zahirde ihtişamdır bana." Büyüklüğün sadece aşkta olduğunu belirtmeyi de bir görev bilmiş. "Fakat krala sor bakalım bir kere/ Verir mi bu şehirleri acaba sana/ Gerçi o daha ihtişamlı ve bilgedir / Lakin sevmesini bilmemektedir".


Mehmed Niyazi